top of page

Üniversite mi, Boş Şişe mi?

2014 senesinde bir gün çok sevdiğim yaşlı bir amca misafirimiz olmuştu. Yemek, çay, sohbet, muhabbet derken bir hikâye anlatmıştı. Bu hikâyeden her ne kadar bir ders çıkaramasam da yıllar geçmesine rağmen hikâyeyi hâlâ unutamadım. Muhtemelen gerçekten yaşanmamış, hayatın olağan akışına pek uygun olmayan bu hikâye; iki çocukluk arkadaşı Ahmet ve Mehmet arasında geçiyor.

Kuş tutan iki küçük çocuk
Görsel Kaynağı: Wix

Henüz okula gitmezken sokakta Mehmet ile top koşturan Ahmet, yetişkinlere bakıp özenir. Elinde evrak çantasıyla her şeyi planlamış ve her şeyin kontrolü altında olduğundan emin bir şekilde yürüyen orta yaşlı bir amcaya bakarak Mehmet’e “İşte! Büyüdüğümde böyle bir adam olmak istiyorum.” der. Mehmet de bu söze karşılık “Ben asla bu adam gibi olmak istemem.” der.


İlkokula başladıklarında Ahmet tüm ödevleri yapar, çok sıkı çalışır ve her zaman sınıfta dereceye girer. Mehmet ise tam tersine; ödevlerini hiç umursamaz, dersleri dinlemez ve okula üstü başı pejmürde bir şekilde gelip gider. Bu iki arkadaş birinci sınıfı bitirdiklerinde Mehmet’in heceleyerek dâhi zar zor okuyabilmesine karşın Ahmet, karmaşık matematik problemlerini kolaylıkla anlayıp çözebilir durumdadır.


Ortaokulda da durum pek farklı ilerlemez. O zamanlar çok fazla lise olmaması ve lise eğitiminin üst seviye bir eğitim sayılması sebebiyle Ahmet, ortaokulun en başından itibaren liseyi kazanmak için çok sıkı çalışmaktadır. Mehmet ise çoktan okuldan kopmuş, okulla bağı bir pamuk ipliğini andırır hâle gelmiştir. Çoğu zaman okula gitmeyerek simit satan ve ayakkabı boyayan Mehmet, kazandığı paraları mahalle bakkalında hunharca harcamaktadır. Kenara bir delikli kuruş dâhi koymayan Mehmet tamamıyla arzularının esiridir. Diğer yandan Ahmet, bugünlerini berbat etmek pahasına güçlü yarınlar inşa etmek için amansızca çalışmaktadır.

Yol ayrımında bulunan küçük bir çocuk
Görsel Kaynağı: Pixabay

Nihayet ortaokulu bitirdiklerindeyse Ahmet ve Mehmet’in arasına kara kedi girer. Ahmet liseyi kazanmakla kalmamış; oldukça iyi bir Fransız lisesini kazanmıştır. Mehmet ise bir oto tamircide çırak olarak işe başlamıştır. Ahmet yabancı dilini geliştirip ders çalışıp üniversiteye hazırlanırken, Mehmet ustasının verdiği harçlıklarla şarap almakta ve pek de iyi gitmeyen hayatından az da olsa uzaklaşmaya çalışmaktadır. Arada bir Mehmet ile denk gelen Ahmet, her ne kadar Mehmet’in hâline üzülse de “Neticesinde herkes bedelini ödediği hayatı yaşar.” diyerek üzüntüsünü bastırmaktadır. Nihayet Ahmet liseyi yüksek bir derece ile bitirğinde, Ahmet ile Mehmet yeniden bir araya gelir ve biraz laflarlar. Mehmet kalfa olmuştur; artık üç kuruş da olsa düzenli bir maaşı vardır ancak yine de tüm parasını şaraplara yatırmaktadır. Ailesi ile arası oldukça kötüdür, annesi ve babası her gün kendisine kötü alışkanlıklarından kurtulmasını tembihlemektedir. Ahmet ise üniversiteyi kazanmıştır; kısmetse birkaç sene sonrasında mühendis olacaktır. Sevinçten havalara uçmaktadır ancak diğer yandan da Mehmet’in hâline üzülmektedir.


Nihayetinde Ahmet üniversiteyi sorunsuz bir şekilde bitirir. Artık resmi olarak bir mühendistir ve bir işi vardır. Şanslıdır ki işi baba ocağına oldukça yakındır, böylelikle ailesiyle yaşamaya devam edebilecektir. Bir gün işten çıkmış yorgun bir şekilde eve giderken Mehmet’i merak eder ve Mehmet’in çalıştığı tamircinin önünden geçer. Mehmet biraz yıpranmış olsa da haricinde hiç değişmemiştir. İki arkadaş birbirlerini gördüklerine çok sevinmiştir ve yine biraz laflarlar. Tıpkı dışından göründüğü gibi Mehmet hiç değişmemiştir, içki içmekten başka yaptığı bir şey yoktur. Ahmet ise çok sıkı bir şekilde bir an önce terfi almaya çalışmaktadır.


Yıllar yılları kovalamış ve bu süreç içerisinde terfi aldığında, nişanlandığında, evlendiğinde, çocuğu olduğunda, kısacası her olumlu gelişme yaşadığında Ahmet, Mehmet’i ziyaret etmiştir. Her seferinde Mehmet’i içmeye devam ederken bulmuştur. Ta ki bu ziyaretine kadar... Ahmet, çalıştığı fabrikada müdür olacağının haberini aldığının akşamı evine dönerken her zamanki gibi Mehmet’i ziyaret etmiş ancak Mehmet’in ustası, kendisini son bir yıldır hiç görmediğini söylemiş. Mehmet’in başına bir şey geldiğini düşünerek üzülen Ahmet yine “Herkes bedelini ödediği hayatı yaşar.” diyerek kendini teselli etmiş. Eşiyle müdür olacağı haberini paylaşmış ve güzel bir restoranda güzel bir yemek ile bu haberi kutlamış.


Ertesi gün Ahmet fabrikaya gitmiş ve makamında ilk günün tadını çıkartmaya başlamış. Öğlene doğru sekreteri kapıyı çalmış ve fabrikanın sahibinin kendisiyle şahsen tanışmak istediğini söylemiş. Bunun üzerine kapıda hazır bekleyen taksiye atlamış ve sekretere iletilen konuma gitmiş. Mekâna vardığında lavobaya uğrayıp önce üstünü başını düzeltmiş, çoktan dökülmeye başlayan saçlarını biraz olsun daha düzgün göstermeye çalışmış. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çabalamış ve fabrika sahibinin masasına gitmiş. Fabrika sahibini gördüğünde ise gözlerine inanamamış. Bu kişi Mehmet imiş.


Ahmet ne hissedeceğini bilememiş. Öldüğünü düşündüğü arkadaşının yaşamasına mı sevinmeli, arkadaşının fabrikanın sahibi olduğunu öğrenmesine mi şaşırmalı, Mehmet’in ilk kez kendisinden ileride olmasını mı kıskanmalı bilememiş. Ahmet’in nutkunun tutulduğunu gören Mehmet anlatmaya başlamış; yıllarca tamirhanede çalışıp içkinin verdiği sarhoşluk ile hayatın zorluklarından kaçmaya çalışan Mehmet, lise çağlarının başında şişeleri toplayan bir adamı fark etmiş. Adam ile üç kelime konuştuklarında adamın bu şişeleri biriktirdiğini, bu şişeleri satarak geçimini sağladığını öğrenmiş. Diğer yandan Mehmet, bu şişeleri toplayıp satamayacak kadar da tembel birisiymiş. Ustasından depoda küçük bir köşe istemiş ve ne zaman bir şarap içse şişesini depodaki o köşeye koymaya başlamış. Böylelikle yılda üç beş şişe bedava şarap içebilecekmiş. Kaldı ki tembelliği yine kendisine engel olmuş, bir şişe şarap alabilmek için iki koca torba şişeyi satması gerekiyormuş ve bunu hiçbir zaman yapmamış. Dükkânda içilen gazozlar, kırılan çay bardakları derken Mehmet bunları hep biriktirmiş. Zamanla depoya sığmamış ve evinde de biriktirmeye başlamış. Bir yıl, iki yıl, üç yıl derken yıllar geçmiş ve depolar dolusu şişesi olmuş. Geçtiğimiz senenin başlarındaysa bu şişeleri sonunda satmaya karar vermiş ve bu kez üşenmeyip satmış. Bu satış sonucunda edindiği paranın haddi hesabı yokmuş. İçki içmekten başka bir şey de bilmediği için tek güvendiği insan olan Ahmet’in düzgün bir yerde çalıştığına kanaat getirmiş ve bu fabrikayı satın almak istemiş. Parası tam çıkışmayınca birazını borçlanmış ve bir şekilde fabrikayı almış. Günün sonunda ise Ahmet’i müdür yapmış ve kendisine güvendiğini, fabrikayı kendisine emanet ettiğini söylemek için bu mekânda Ahmet ile buluşmuş.

Comments


Yazı: Blog2_Post
  • Facebook
  • LinkedIn
  • Instagram

Buraya normalde her hakkı saklıdır yazılıyor, ama bu sitedeki yazıları kaynak verdiğiniz sürece istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.

bottom of page